18 Şubat 2012 Cumartesi

tutunamayanlardan izlenimler vol.2

Roman harika fakat yavaş gidiyor. Bariz bir şekilde Turgut Özben'in kafasının içine girip karşısındaki insanların konuşmalarını birebir dinleyebiliyoruz. Henüz ikinci bölümde olsam da - ki o bölüme geçmek tam 250 sayfamı ve bir ayımı aldı- sabırla ilerliyorum.

Burada not etmek isterim ki Orhan Pamuk'un heyecanla elime aldığım romanı Kara Kitap'a karşı bu kadar sabırlı davranamamıştım çünkü o ne bir insanın beynine sokmuştu beni ne de kendi içine alabilmişti. Fakat Oğuz Atay'ın bu romanı fevkalade!

Lakin, yarından itibaren yurt hayatım başlayacağı ve ben bir saat bile sessiz bir ortam bulamayacağım için -derslerin ağrılığı da cabası- kendime bambaşka tarzda ve hep okumak istediğim bir roman daha aldım: Erdal Öz - Yaralısın.

Kütüphane beni bekler!

14 Şubat 2012 Salı

Tutunamayanlar - izlenimler

Okumaya başlamadan önce oturup baya bir düşündüğüm bir kitap oldu bu. Belki de ilk defa bir romana başlamaktan çekindim; ve bir Suç ve Ceza'ya ne de bir Savaş ve Barış'a çekingen yaklaşırım bu roman kadar.
Fakat sayfalar ilerleyip de altını çizdiğim sözleri, yıldız koyduğum bölümleri dönüp tekrar tekrar okuduğumda aslında o kadar karmaşık bir matematiğe, konuya ve dile sahip olmadığını gördüm Tutunamayanlar'ın.
Fazla ayrıntılı, ve gerçekten de "ağır" bir roman. Henüz iki yüz ellinci sayfasında olmama rağmen bunu söyleyebilirim. Bu ağırlığın yanında bir de sanki Oğuz Ataybir düzlem çizmiş kendine, ve o düzlem üzerinde bir çizgi dalgalanarak uzuyor roman boyunca; yani dalgalanma aşağı doğru olduğunda kitaptaki mantık seviyesi sınırları aşarken, yukarı doğru yükselen dalgalar ise mantığın tam içine düşürüyor bizi.
Düşündürücü, fazla düşündürücü bir romanla karşı karşıyayaım.
Arkadaşım, anca dört ayda bitirebildiğini söyledi.
Hayırlısı efendim.

7 Şubat 2012 Salı

Isabel Allende - Sararmış bir fotoğraf

Fotoğrafla daha yakından ilgilenmeye başlayınca doğal olarak hayatımın her alanına kendisi bir padişah gibi gelip yerleşti. Etrafa lensimi ayarlaya ayarlaya bakıyorum, bazen gözümün önü flu oluyor, bazen berisi. Böyle olunca da ister istemez kitapların arasında gezerken de  fotoğraf kelimesini görünce hooppp kitabın üstüne atladım, hele bunun Sararmış bir Fotoğraf olması beni okumaya aç bir canavara dönüştürdü. Kitabın kapağındaki 1800lü yıllara ait bir kadın portresi ise incelettirdikçe incelettirdi kendini. 


Roman Şili'nin ve zengin bir ailenin yüzyıllık bir dönemini anlatıyor. Konu daha çok del Valle ailesinin varlıklarını katbekat arttıracak zekaya sahip, tabiri caizse eli maşalı babaanne Paulina del Valle ve onun gayri meşru torunu Aurora etrafında dönüyor. 
Kitap kendi içinde üç bölüme ayrılmış; ilkini üçüncü kişi ağzından dinlesek de ikinci ve üçüncüde anlatıcımız kitabın baş kahramanlarından biri oluyor; fotoğraf makinesiyle küçük yaşta tanışan, geçmişi babaabbesi tarafından bir sır gibi saklanan Aurora. İlk bölüm aile tarihine, Paulina del Valle'nin nasıl zeki ve güçlü bir kadın olduğunun tasvirine ve bölümün sonlarına doğru yaşanan Paulina'nın oğlu, yeğeni ve çinli bir ailenin denizkızlarını kıskandıracak güzellikteki kızlarının arasında dönen aşk çatışmalarından bahsediyor. Sonunda ortaya annesini doğumda kaybetmiş, babası muamma güzel bir kız çocuğu çıkıyor.
İkinci bölümde bu sefer kahramanlar ikiye katlanıyor; daha çok hikaye, daha çok macera.

 Romanda bize çaktırmadan, alttan alttan verilen bir Şili, zamane ticareti ve zamane "kadınları" yorumlamaları var. Bir yandan Paulina del Valle gibi güçlü, eli maşalı kadınlar olduğu gibi daha sonra Aurora'nın istemeden gelin gittiği evde hiçbir işe yaramayan, kocalarının bir nevi kölesi olan kadınlar da mevcut. Dünden bugüne, bütün dünyada değişen bir şey olmamış anlayacağınız. Bunlara ek olarak, kadınlar hakkında sezdirilen başka bir konu ise ne olursa olsun, hangi biçimde olursa olsun aşklarına kavuştukları. Aşk o zamanlarda da adap dinlemiyor. 
Ticaret ise insanların ihtiyaçlarına göre dönüyor. Bu çok normal ne var ki bunda, diye soruyorsanız, cevabını kitabı okursanız şayet, Paulina'nın savaş zamanı insanların şekere ihtiyaçları olacağını öngörüp şeker ihracatına atılmayı akıl etmesi bize ticaretin neye göre şekillendiğini de gösteriyor.


Kalabalık bir aile ve güçlü kadınlar tanımak istiyorsanız, sizi Şili'ye, başka bir deyişle "Sararmış Bir Fotoğraf"a davet ediyorum.

Chuck Palahniuk - Dövüş Kulübü

Önce filmini izleyip sonra kitabını okursanız bir yapımın veya önce kitabını okuyup sonra filmini izlerseniz bir eserin, hep ikincisi arkaplanda kalır. abi kitabı iyiydi de film olmamış/ ya kitap on numaraydı da kitap sıkıcı.
Peki bunu Dövüş Kulübü için söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır!
Filmi br kült olmuş bu kitap bir harika. İzlerken oyunculuklarına hayran kaldığım Brad Pitt, Edward Norton ve Helena Carter bütün kitap boyunca gözümün önündeydi. Hatta koca memeli Bob, güzel yüzlü genç bile aynıydı. Chuck'ın anlattığı bütün olaylar da birebir filme yansımıştı, repliklere kadar. Yapımcıya kocaman tebrikler, Chuck'a da kocaman alkışlar.
Daha çok bir film analizi gibi oluyor ama asıl konumuz burada Chuck ve onun hayal gücü. Tabi bir de bitip tükenmez bilgisi.
merak ediyorum acaba kitaplarını yazmadan önce geniş çaplı bir araştırma yapıyor mu. Örneğin Dövüş Kulübü onun ilk romanı olmasına rağmen (ki önceden sadece bir öyküymüş sonrada geliştirmiş) içinde bir sürü bilgi var, hem de gerçek bilgi. Ayrıca böyle bohem yaşamın tam içinde mi, yoksa dışarıdan izleyerek mi bu kadar gerçekçi anlatıyor? Bohem yaşam, yeraltı dünyası yoksa Chuck'ın kafası mı?
Filmini izlediniz, biliyorum, ama bir de kitabını okuyun. Eminim pişman olmayacaksınız.
Chuck, sense çok yaşa.