18 Temmuz 2011 Pazartesi

Mahrem - Elif Şafak

Okumaya başladınız, gözlerinizle. Durun bir dakika, kapatın gözlerinizi. Ne görüyorsunuz? ebedi karanlık… göremiyorsunuz, sınırsız bir karanlık sadece, onu gördüğünüz de meçhul. Elif Şafak’ın bu şaşırtıcı romanı da işte bizi o karanlıktan kurtaran, hayatımızı renklendirenlere ve onların işlevlerine adanmış: gözlerimize ve görmelerine. Kitabın her bir sayfası göze, görmeye, görünmeye, görünüşe dokunuyor, ucu hesaplı ya da hesapsız gözle alakalı ne varsa, ona ulaşıyor. Şafak, tezatları alarak görme ve yandaşlarının hikayesini, bundan kaçanlarla anlatıyor ve onları şöyle tanımlıyor: Dışarının gözlerinden sakınan, evlerinin mahremiyetine sığınan, varlıkları mahrem olan insanlar…
Kitabın sayfaları arasında gezinirken fark ettiğim bir şey oldu: film mi izliyordum, kitap mı okuyordum belli değildi. Bu kötü bir şey değil, yanlış anlaşılmasın. Bir şişko olan, ismini öğrenemediğim aşırı kilolu, iri yarı kadın, ona tezat oluşturan cüce sevgilisi ve araya serpiştirilen diğer karakterlerin hikayelerini bir dram izler gibi okudum. Hem de hiç sıkılmadan. Öyle ki okuduğum Şafak romanlarında bazen çok uzatmamış mı bu betimi, ne zaman bitiyor bu hikaye, demişliğim vardı. Ama anlatılanların kendisi ve Elif’in anlatışı bunu size hemen unutturuyor.
Biri şişman, biri cüce iki sevgili… ana karakterimiz aslında Şişman Hanım, adını bilmiyorum, onun gözünden anlatılıyor, onun gördüğü gibi her şey yani. Ona göre her ikisinin de birliktelikleri akla ve göze ziyan, bir görüntü kirliliği. Oysa o nasıl aşık kendisini hiçbir zaman “şişko” diye adlandırmamış bu minik cüsseli, ama büyük elli adama, zira onun gözleri birer kara çizgi, ne içlerinde ne bir duygu ne bir düşünce gizli, adeta kalemle çizilmiş gibi.
İşte işin bu noktasında yaratıcı yazarımız 1885 Pera’sına gidiyor ve bize o gözlerin asıl sahibi ile tanıştırıyor: Keramet Mumi Keşke Memiş Efendi. Bu aşırı zeki, gözleri kömürden birer çizgi olan adamı ve kurduğu vişne rengi çadırı ve onun içinde gözlere felaketi getirip, güzelliği seren güzel-çirkin kadınların hikayelerini romanı okuyup öğreniniz. Fakat şunu bilmenizden zarar gelmez: Keramet Mumi Keşke Memiş Efendi bu vişne rengi çadırında ayın aydınlık yüzüne bakan Batı kapısından bir bütün halinde giren kadınlara çirkini; ayın karanlık yüzüne bakan Doğu kapısından ayrı ayrı giren erkeklere de güzeli gösteriyor. Nedeni çok açık: kadın kendinden çirkin olanı görüp şükretmeyi, erkek güzeli görüp şenlenmeyi ister. Tabii bütün bunları anlatırken onlarca yeni masal da gösteriyor yazarımız.
Şişman Hanım’ın sevgili cücenin, yani asla belli olmayan kitaptaki adıyla Be-Ce’nin bir de gözlüğü var: Nazar Sözlüğü. Adından da anlaşıldığı gibi göze, görmeye, görülmeye hitap ediyor bu sözlük ve bir hikaye anlatılırken aradan alfabetik sıraya göre söz konusu eylemlerle ilgili olarak bir tanım yapılıyor yahut bir hikaye anlatılıyor. Bazı maddelerin yanına yazarımız (arştr!) notu iliştirmiş ki henüz araştırmadım, bu da romana farklı bir hava katmış. Elif Şafak adeta bizimle konuşuyor!
Mahrem’de öne çıkan diğer konulardan bazıları ise yemekler, renkler ve sayılar. Sayıların bu roman için önemli olmasının nedeni Şişman Hanım ve Be-Ce. Şişman Hanım’ın çocukluğunda başına gelmiş bir olaydan ötürü iken, Be-Ce kendini “iki, üç”e benzetir. Nedeni kitapta. Renkler ise görmenin başlıca unsurlarıdır. Ve Şafak her romanını bir renkle özdeştirerek yazdığını söyler. Mahrem’in ana rengi vişne rengi olsa gerek. Çünkü Şişman Hanım ve Be-Ce’nin yaşadıkları Hayalifener apartmanı ( ki apartmanın ismi de rengi kadar önemli bence); Keramet Mumi Keşke Memiş Efendi’nin çadırının rengi ve Şişman Hanım’ın çocukluğunda başına gelen olayın “rengi” de vişne rengidir.
Yemekler Elif Şafak romanlarını anlatırken ayrı olarak işlenmesi gereken bir konudur, zira yazar için yemekler çok önemlidir. Görüntüleri, kokuları, tatları, içinde kullanılan malzemeler tek tek, tane tane anlatılır ve hepsi o kadar gerçektir ki ağzınız sulanmazsa gerçek bir okuyucu demem size! Ya da ben fazla oburumdur. Konuyu dağıtmadan, değinmek istediğim bir nokta daha var: Şişman Hanım’ın yediklerini mideye indirdikten sonra onları kusmak gibi bir huyu var. Kusma sahnesi anlatılırken aklıma bir başka Elif Şafak karakteri geldi: Alege. Lakin Alege, Şişman Hanım gibi kilolu değil, aksine zapzayıf, bizim kara kuru diye sıfatlandırdığımız insanlardandı. Ama ikisi de aynı dertten muzdaripti. Şimdi merak ediyorum, acaba Şafak’ın başından böyle bir olay mı geçti? Ne olsa yazar kendi içini alır, genelde en yakınınkiyle harmanlar ve ortaya sunar.
Mahrem’le ilgili yazacaklarım bu kadar olsa gerek. Okuyunuz efenim, ama tasvire, drama ve farklı masallara açıksanız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder