Eğer bu kitabı okumayı planlıyorsanız baştan söyleyeyim: bitmiyor ve gitmiyor.
Tom Robbins, adını duyduğumdan beri merak ettiğim bir yazar. Bir kaç kitabının arka kapağını da okudum ve anlattığı hikayeler değişik ve farklı göründü gözüme. Kitabın iç sayfalarını da okudum, okuduğum o bir iki sayfa da aktı gitti su gibi. Fakat Parfümün Dansı benim için öyle olmadı.
Kitabı almadan önce de her zamanki gibi bir iki sayfa okudum içinden, sıkmadı, neticede değişik bir konusu vardı. Hikayenin içine de yavaş yavaş girince merak uyandırıyordu anlatılanlar. Ölümden kaçan bir kral, dünyanın 3 farklı şehrinde birbirleriyle bir şekilde bağlantılı olan ve kokuya duyarlı kişiler ve yarı tanrı yarı insan varlıklar. Hepsi nasıl bir arada olur, bunlar nasıl birleşecek diye düşünürken ben, bir baktım hala aynı sayfada kalmışım. Hikayenin sonu beni çekti kendine, anlatılışı değil.
Fakat Tom'un hakkını yiyemem, tarzı hoşuma gitti: betimlemeleri falan gayet zekice. Ama uzattıkça uzatmış sanki romanı, ve bazı bazı kopukluklar da yok değil bu kadar uzunluğa tezat olarak.
Sonuç olarak pek tatmin etmedi benii bu koku ile insanın ölümden kaçmasının birleştiği serüven. Sonu ne oldu bilmiyorum, ama şöööyle bir arka sayfaları kontrol ettiğimde gördüm ki bizim Hıristiyanlığın ilk yıllarında ölümden kaçan kralımızla o göklere uzanan gökdelenlerde yaşayan adamların isimleri aynı sayfada geçiyordu.
Özür dilerim Robbins!
25 Temmuz 2011 Pazartesi
18 Temmuz 2011 Pazartesi
Mahrem - Elif Şafak
Okumaya başladınız, gözlerinizle. Durun bir dakika, kapatın gözlerinizi. Ne görüyorsunuz? ebedi karanlık… göremiyorsunuz, sınırsız bir karanlık sadece, onu gördüğünüz de meçhul. Elif Şafak’ın bu şaşırtıcı romanı da işte bizi o karanlıktan kurtaran, hayatımızı renklendirenlere ve onların işlevlerine adanmış: gözlerimize ve görmelerine. Kitabın her bir sayfası göze, görmeye, görünmeye, görünüşe dokunuyor, ucu hesaplı ya da hesapsız gözle alakalı ne varsa, ona ulaşıyor. Şafak, tezatları alarak görme ve yandaşlarının hikayesini, bundan kaçanlarla anlatıyor ve onları şöyle tanımlıyor: Dışarının gözlerinden sakınan, evlerinin mahremiyetine sığınan, varlıkları mahrem olan insanlar…
Kitabın sayfaları arasında gezinirken fark ettiğim bir şey oldu: film mi izliyordum, kitap mı okuyordum belli değildi. Bu kötü bir şey değil, yanlış anlaşılmasın. Bir şişko olan, ismini öğrenemediğim aşırı kilolu, iri yarı kadın, ona tezat oluşturan cüce sevgilisi ve araya serpiştirilen diğer karakterlerin hikayelerini bir dram izler gibi okudum. Hem de hiç sıkılmadan. Öyle ki okuduğum Şafak romanlarında bazen çok uzatmamış mı bu betimi, ne zaman bitiyor bu hikaye, demişliğim vardı. Ama anlatılanların kendisi ve Elif’in anlatışı bunu size hemen unutturuyor.
Biri şişman, biri cüce iki sevgili… ana karakterimiz aslında Şişman Hanım, adını bilmiyorum, onun gözünden anlatılıyor, onun gördüğü gibi her şey yani. Ona göre her ikisinin de birliktelikleri akla ve göze ziyan, bir görüntü kirliliği. Oysa o nasıl aşık kendisini hiçbir zaman “şişko” diye adlandırmamış bu minik cüsseli, ama büyük elli adama, zira onun gözleri birer kara çizgi, ne içlerinde ne bir duygu ne bir düşünce gizli, adeta kalemle çizilmiş gibi.
İşte işin bu noktasında yaratıcı yazarımız 1885 Pera’sına gidiyor ve bize o gözlerin asıl sahibi ile tanıştırıyor: Keramet Mumi Keşke Memiş Efendi. Bu aşırı zeki, gözleri kömürden birer çizgi olan adamı ve kurduğu vişne rengi çadırı ve onun içinde gözlere felaketi getirip, güzelliği seren güzel-çirkin kadınların hikayelerini romanı okuyup öğreniniz. Fakat şunu bilmenizden zarar gelmez: Keramet Mumi Keşke Memiş Efendi bu vişne rengi çadırında ayın aydınlık yüzüne bakan Batı kapısından bir bütün halinde giren kadınlara çirkini; ayın karanlık yüzüne bakan Doğu kapısından ayrı ayrı giren erkeklere de güzeli gösteriyor. Nedeni çok açık: kadın kendinden çirkin olanı görüp şükretmeyi, erkek güzeli görüp şenlenmeyi ister. Tabii bütün bunları anlatırken onlarca yeni masal da gösteriyor yazarımız.Şişman Hanım’ın sevgili cücenin, yani asla belli olmayan kitaptaki adıyla Be-Ce’nin bir de gözlüğü var: Nazar Sözlüğü. Adından da anlaşıldığı gibi göze, görmeye, görülmeye hitap ediyor bu sözlük ve bir hikaye anlatılırken aradan alfabetik sıraya göre söz konusu eylemlerle ilgili olarak bir tanım yapılıyor yahut bir hikaye anlatılıyor. Bazı maddelerin yanına yazarımız (arştr!) notu iliştirmiş ki henüz araştırmadım, bu da romana farklı bir hava katmış. Elif Şafak adeta bizimle konuşuyor!
Mahrem’de öne çıkan diğer konulardan bazıları ise yemekler, renkler ve sayılar. Sayıların bu roman için önemli olmasının nedeni Şişman Hanım ve Be-Ce. Şişman Hanım’ın çocukluğunda başına gelmiş bir olaydan ötürü iken, Be-Ce kendini “iki, üç”e benzetir. Nedeni kitapta. Renkler ise görmenin başlıca unsurlarıdır. Ve Şafak her romanını bir renkle özdeştirerek yazdığını söyler. Mahrem’in ana rengi vişne rengi olsa gerek. Çünkü Şişman Hanım ve Be-Ce’nin yaşadıkları Hayalifener apartmanı ( ki apartmanın ismi de rengi kadar önemli bence); Keramet Mumi Keşke Memiş Efendi’nin çadırının rengi ve Şişman Hanım’ın çocukluğunda başına gelen olayın “rengi” de vişne rengidir.
Yemekler Elif Şafak romanlarını anlatırken ayrı olarak işlenmesi gereken bir konudur, zira yazar için yemekler çok önemlidir. Görüntüleri, kokuları, tatları, içinde kullanılan malzemeler tek tek, tane tane anlatılır ve hepsi o kadar gerçektir ki ağzınız sulanmazsa gerçek bir okuyucu demem size! Ya da ben fazla oburumdur. Konuyu dağıtmadan, değinmek istediğim bir nokta daha var: Şişman Hanım’ın yediklerini mideye indirdikten sonra onları kusmak gibi bir huyu var. Kusma sahnesi anlatılırken aklıma bir başka Elif Şafak karakteri geldi: Alege. Lakin Alege, Şişman Hanım gibi kilolu değil, aksine zapzayıf, bizim kara kuru diye sıfatlandırdığımız insanlardandı. Ama ikisi de aynı dertten muzdaripti. Şimdi merak ediyorum, acaba Şafak’ın başından böyle bir olay mı geçti? Ne olsa yazar kendi içini alır, genelde en yakınınkiyle harmanlar ve ortaya sunar.
Mahrem’le ilgili yazacaklarım bu kadar olsa gerek. Okuyunuz efenim, ama tasvire, drama ve farklı masallara açıksanız.
11 Temmuz 2011 Pazartesi
Martı - Richard Bach
Hakkında bugüne kadar binlerce şey konuşulmuş bir kitaptan bahsedeceğim. Ne zaman bir kitapçıya girse hep en çok satılanların arasında siyah kapağının üstünde beyaz silueti ve sarı harflerle de ismi yazardı: Martı Jonathan Livingston. En nihayetinde elime geçti de okuma fırsatı buldum.
Ama Richard Bach öyle yapmamış işte. Özgürlüğün sembolünü almış: bembeyaz bir martı. Hem de sınırlarını zorlamaya açık, sadece uçmaya odaklanmış diğer martılar bir hayli uzak, onun tek amacı yemek değil balık. Uçmayı öğrenmek istiyor, hem de daha ilerisine, en hızlısını, en enine ulaşmayı ve en sonunda da dışlanıyor sürüsünden. Sıradan bir martı olmayı nasıl kabul etmez Jon? Martılar uçma yetilerini sadece balık avlamak, böylece karınlarını doyurmak için kullanmalıdırlar. Ama anlar mı bizim özgürlük düşkünü, akıllı martımız? Bir kere kavramış, özel bir amaç uğruna kurulmuş bizim yaşamımız.
Kişisel gelişim romanlarını bilirsiniz. “her şeyi aklınızla çözebilirsiniz, yeter ki onu sevginiz ile birleştirin.” Oldu paşam! Nasıl da kolay sınırlandırmışlar bir ömür boyu kullanmamızı istedikleri bir düşünceyi. Bu kadar basit midir isteyerek ve severek hayallerimize, yani en özgür olduğumuz o cennete kavuşmak? Ve bunu yüzlerce sayfada tekrarlanan aynı cümlelerle anlatmak?
Ama Richard Bach öyle yapmamış işte. Özgürlüğün sembolünü almış: bembeyaz bir martı. Hem de sınırlarını zorlamaya açık, sadece uçmaya odaklanmış diğer martılar bir hayli uzak, onun tek amacı yemek değil balık. Uçmayı öğrenmek istiyor, hem de daha ilerisine, en hızlısını, en enine ulaşmayı ve en sonunda da dışlanıyor sürüsünden. Sıradan bir martı olmayı nasıl kabul etmez Jon? Martılar uçma yetilerini sadece balık avlamak, böylece karınlarını doyurmak için kullanmalıdırlar. Ama anlar mı bizim özgürlük düşkünü, akıllı martımız? Bir kere kavramış, özel bir amaç uğruna kurulmuş bizim yaşamımız. Serdar Özkan’ın romanlarının konusuna örnek olmuş bir kitap herhalde Martı. Hayattaki mutluluğa inanç, sabır ve sevgi üçlemesiyle ulaşmamızı söyleyen yazarlar bunlar.
Umut dolmak için doğru bir seçim olacaktır.
Eklemek de fayda var: bu kitap da "Alice Harikalar Diyarında" gibi resimlerle bezenmiş. Resimli kitabın tadı da bir başka oluyor ya!
1 Temmuz 2011 Cuma
Ölüm Pornosu - Chuck Palahniuk
Öyle bir kitap ki bu soruşturma açılıyor çevirmenine düşünün! İçinde en özel yerlerinize, mahreminize iki dakikada bir rastlayabilirsiniz, şaşırmayın. Ne de olsa adından belli kitabın ne olduğu: Ölüm Pornosu.
Chuck, yine insanların sosyal medyaya olan hayranlığını en keskin diliyle eleştirmiş. Konu olarak da bugünlerde bizim ülkemizin en hassas konusu olan pornoyu almış.
Kitabın konusuna gelelim isterseniz artık: son yılların en ünlü porno yıldızı tutturmuş 600 erkekle seks yaparak dünya rekorunu kıracağım, diye! Böyle bir baş yapıtta rol almak isteyenleri de kiraladıkları bir salona toplamış ve çekimler en hızlı biçimde başlamış. Bize hikayenin yaşandığı saatleri Bay 72, Bay 137, Bay 600 ve porno yıldızımız bayan Cassie Wright’ın asistanı Sheila anlatıyor. Tabii ki de oraya gelen bu üç erkeğin ve Shelia’nın amacı bayan Wright’a yardım etmek değil. Bunları açıklamak istemiyorum, çünkü okuyacağınız varsa da hevesinizi kaçırmak istemem.
Chuck’ın belirli bir tarzı var. İkinci defa okuyorum aynı yazarı, onunla Gösteri Peygamberi’nde tanışmıştık ve kendisine hayran bırakmıştı. Chuck’ı size şiddetle tavsiye edebilirim, zaten biliyorsunuz ki en ünlü filmlerden biri olan Dövüş Kulübü’nün de yazarı. O daha çok insan psikolojisine odaklı bir yapıt, fakat gösteri peygamberi veya ölüm pornosunda söz konusu olan psikolojiye pek rastlayamadım. Chuck Palahniuk yine kitabın konusuyla alakalı gereğinden fazla bilgi toplamış ve bunları bizi sıkmayacak şekilde önümüze koymuş. Örneğin Cassie Wright’ın “Moby Sik” filminden bir sahne anlatırken bize aynı anda Marilyn Monroe’nun ayakkabı topuklarından birini yürürken kıçı sallansın diye kırdığını söyleyebiliyor. Daha bir sürü ünlü kişilerden ufak sırları ortaya çıkarıyor ve doğru olabileceğini düşünüyorsunuz.
![]() |
| Chuck Palahniuk |
“Moby Sik” örneğin, film ismi, ve Moby Dick’den uyarlanma, daha böyle bir sürü ünlü filmden porno isimleri uyarlamış Chuck ve gayet de eğlenceli isimler ortaya çıkmış.
“Neden soruşturma açıldı ki bu kitaba?” sorusuyla aldım kitabı ve yanıtını henüz bulamadım. Zira bunların hepsi o adamın hayal gücünden kaleme aktarılmış, çevirmeni soruşturmak bir nevi yazarın hayal gücünü soruşturmak gibi bir şey. Ve hayal gücüne sınır konduğu gün biz özgürlükten ayrılmış oluruz.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
