"Bu eser tümüyle kurgu ürünü olup yaşayan ya da ölmüş kişilerle kurulacak benzerlikler bütünüyle rastlantısaldır, vs. vs." diye başlıyor Bukowski'nin Hollywood'u.
Yazar daha ilk sayfasından düştüğü notla kitabı bize özetliyor: büyük bir ironi var burada moruk, ona göre.
Buukowksi, dediği hiç tamamen kurgu ürünü olan(!) bir hikaye anlatıyor bize: Ayyaş bir yazar olan Hank Chinaski kasıntı edebiyat dünyasından ve film sektöründen nefret etmektedir. İnsanları sevmez, gereksiz hırslarından tiksinir. Şiir ve atlar onu yatıştıran şeylerdir, tabii bir de içkisi. Buna rağmen yazdıklarının gücüne inanan bir yönetmen ondan bir senaryo yazmasını ister ve bu da ayyaşımızı bir iç dünya sorgulamasına ve sevmediği film sektörünün içine iter. Artık Chinaski sevmediği o hırs küplerine dönüşmekten korkmaktadır. Fakat senaryoyu yazmaya karar verir ve konu olarak da dünya üzerinde en iyi tanığı insan modelini seçer: bir ayyaşın hayatı.
Yazının başında bahsettiğim ironi yukarıda paragrafla harmanlayalım şimdi: Chinaski aslında Bukowski'nin ta kendisidir zira Fransız bir yönetmen kendisinden bir senaryo yazmasını ister ve Bukowski de kendi deyimiyle kendi hayatını insanlara kakalar. Ayyaş bir yazarın hayatı.
Shakespeare'i, Tolstoy'u, Bronte Kardeşleri despot birer aile üyesi gibi gören yeraltı şairimizi tanımak için harikulade bir roman. Gençliğinin yanısıra yaşlılığını da görüyorsun Bukowski'nin. Altını durmadan çizdiğimiz, yanlarına minik kalpler ve yıldızlar koyduğumuz cümleler/paragraflar bolca mevcut. Çünkü o Bukowski diyorsun, alkolle harmanlanmış zekası insan duygularının/düşüncelerinin en saf haliyle kağıda dökülüyor.
Romanın en can alıcı noktası ise kesinikle son cümlesi, ki bunu söylemeden geçemeyeceğim, ya da durun, geçeceğim, alın okuyun efenim!
Not: Bundan gayri bir yıldızlama sistemi kurmaya karar verdim veee kitabımıııııız:

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder