17 Haziran 2011 Cuma

Baba ve Piç

Aslında çok önceden okumam gereken bir kitabı bitirdim, pişman mıyım daha önceden okumadığıma, hayır değilim. Okusam heralde bu kadar çok anlamlı olmazdı benim için, içinde anlatılanları düşünecek zamanım yoktu çünkü.
Uzun tasvirli romanlardan hep uzak durmaya çalışmışımdır. Yazar, sanki herhangi bir odanın atmosferini sıka sıka 3 sayfada anlatmıştır, utanmadan bunu edebi eser diye de karşımıza sunmuştur. Çok kızarım böyle yazarlara, e adam derim, azıcık da insan ruhunu anlat. Tamam Maral’cığım der, oturur anlatır, ama bin beteri!
Fakat Baba ve Piç, okuduğum en akıcı – uzun tasvirli roman. Elif Şafak’ın üstün yeteneği karşısında yine şapka çıkarmak zorunda kaldım, içimdeki binbir özenmeye, kıskançlığa biraz da gurur katarak. İstanbul’u sadece görerek kendi içimde içime anlatırım, insanlara bu şahane güzelliği aktaracak yeterince kelimem yok. Fakat, romanda İstanbul’un atmosferi diğer tüm topraklardan ayrılmış, özene bözene seçilmiş sanki her kelime onu anlatırken. Kitabın sayfalarını çevirdiğinizde, diyelim San Francisco’yu anlatan bir bölümden İstanbul’a geçtiğinizde en ufak hücreniz bile titriyor, hissediyor bunu, İstanbul’u soluyorsunuz.
Herşey tam dozunda ayarlanmış sanki. Bir mekanı anlatırken Elif Şafak, en doğru cümleye koymuş noktayı. Ne bir eksik ne bir fazla. Olayın nerede, nasıl bir ortamda geçtiğini anlamamız için abartısız yerli yerinde betimlemeler var. Aynı durum kişilerin ruh halleri için de geçerli: örneğin Asya’nın ruh halini anlattığı konuşma tam yerinde noktalanmış. Fakat eklemem gereken bir nokta var ki Cafe Kundera’yı anlatırken sanki biraz sıkmaya yol almış. Tek kusur olarak gördüğüm bu nokta ise Kundera’nın kim, nasıl bir yazar olduğunu merak etmeme yetti.
Konuya gelince: İlk başta, bunların hikayesi nasıl birleşecek diye kendi kendime sorduğum, genelde kadınların önplanda olduğu kalabalık iki ailenin hikayesi anlatılıyor. Çağdaş romanda geçmişi irdeleyen, geleceğe ise doğru bir ışık tutan Şafak, Ermeniler ile Türkler arasındaki bağları, farklılıkları, aynılıkları, kısaca yüzyıllar boyu aynı çatı altında yaşamış, fakat dünyanın içine girdiği bir telaşın sonucu birbirlerine düşman kesilen bu iki toplumu anlatmış. Asya, Türk “tarafının” geçmişini bilmeyen, merak etmeye korkan yeni nesil kızı; Armanuş, Ermeni “tarafının” geçmişine bağlı, geçmişinin soruları içinde kaybolmuş yeni nesil kızı. Daha çok Türk “tarafının” ailesi anlatılmış çünkü onlar kendi içlerinde o kadar çok farklı kişilik sergiliyorlar ki farklı tatları mantıklı nedenlerle duyumsamayı mümkün kılıyor.
Zamanında içi tesadüflerle dolu bir roman okumuştum, bir psikoloğun hayatıydı, kendisine gelen 3 tip hasta vardı ve en sonunda bunların birbirleriyle alakalı oldukları, hoş tesadüfler zincirleriyle birbirlerine bağlı olduklarını anlatıyordu. Aynı tesadüfler Baba ve Piç’de de çıktı karşıma ama öncekinden katbekat etkili… 1915’de yaşanan bir olayın 2005’te farklı toplumları bir araya getirmesine tanıklık ettim.
Hani hep derler ya zekce kurgulanmış bir öykü diye, Baba ve Piç de aynen öyle. Zekice kurgulanmış, dokunaklı bir hikaye hem de o kadar yüce ve doğru mesajlarla dolu, insanların binbir çeşidi öyle büyük bir başarıyla gözlerimizin önüne seriyor ki hayran kalamamak mümkün değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder