17 Eylül 2012 Pazartesi

Sakin - Laleler Beyaz


Şarkıyla şiir arasında yakından uzaktan bir ilişki vardır, ikisi de sonuna kadar sonsuz yoruma açıktır, fakat şarkı bir başkadır; arka fondaki ritmik melodi ayrı bir yolculuktur, seyahattir. 

Anlaşıldığı üzere efenim artık şarkılar da benden soruluyor, kendi çapımda. İlk seçtiğim parça da pek sevdiğim nadir yerli gruplardan Sakin'in "Laleler Beyaz" adlı şarkıları.

Laleler Beyaz, davul solosu önplanda bir başlangıçla kulaklarımızdan içeri girer, bir anda solistin sesi de ona eşlik etmeye başlar.

Kokumdasın ki güç bela sürünüp bulduğum...

İlk dinleyişde anlaşılmaz, alakasız kelimelerin yanyana geldiği şarkılara benzetilebilir sözleri (bkz Serdar Ortaç şarkıları) lakin öyle değildir. "Laleler Beyaz" güç bela kavuşulan bir aşkın hikayesidir. Öyle ki aşık adamımız sevdiceğinin bir varoluş sebebine yakından uzaktan alakası olsa mutlu olacak. Onun hayatına dokundurduğu en ufak, minik etkiyi kelimelere ritmik betimlemelerle işlemişler, bravo Sakin!

Bir gülümseten benim, bir daha daha söyler misin?

Tekrar et, ey yar, bir daha söyle sevdiğini! Tüm saf duyguların kaleme döküldüğü andır şu an. Bütün o özelliğin, tekliğin ve sevginin buluştuğu nokta olup çıkmış şarkı sözlerimiz. İkinci bravo Sakin!

Ama asıl bravo şimdiye geliyor:

Burnum omzunda...

aşk tesadüfleri seviyiii
Bu görüntüyü hayal edebiliyor musun? Aralarında 10 santim fark olan iki sevgili (tabii ki kız kısa) gülümseyerek çocuğun omzuna koyuyor.

Şu fotoğraftaki gibi, fakat gülümsüyorlar.

Sözlere dikkatinizi verdiğinizde çoğu yerli parçada ortaya çıkan görüntüden çok daha farklısını elde ediyorsunuz. Bu da o görüntülerden biri.

Söz durdu, artık sen ve ben ve uçsuz zamanım... 

Şarkıyı aşk çerçevesi içerisinde yeni başlayan bir ilişki olarak yordum, ve lalelerin beyaz açması da her şeyin oluruna girdiğini simgeliyor. DU kendi içimde.

Fakat klibi izlediken sonra fikirlerim biraz değişti. Her ne kadar tam olarak inanmasam da şöyle bir tablo çıkıyor ortaya.

Ana karakterimiz evinin içinde bile çevresinden kaçamıyor. Aynayı açtığında bakım ürünleri ona konuşuyor ( suratı maskeli adam). Yukarıdaki komşu. Televizyonu açtığında izlediği sadece ama sadece kendi boşluğu. Evi dolu, ulaşmak istediklerini elde etmek için beklemeye itiliyor hep. 

Bu nedenle klip ve sözler arasında biraz kopukluk buldum.

Her neyse, işte bu!
Son günlerin favorisi, Sakin!

14 Eylül 2012 Cuma

Boleyn Kızı - Philippa Gregory

Edebiyatın geçmişe olan ilgisi "Tarih - Araştırma" raflarında yer alırken, benim bildiğim "uzak" tarihin romanlara karıştığı ilk roman "Boleyn Kızı"dır. 800 kusur sayfalık bu "iki güzel hatun bir yakışıklı kral" temalı roman sonunda benim de elime geçti; filminin akabinde okuma lütfuna eriştim. 

iki hatun & yakışıklı kral
Edebiyat öğrencisi kimliğimle bütün bir dönem yarım yamalak okuduğum "ağır" eserlerden sonra şimdiye ait olmayan bir çağa yolculuk yapmak iyi fikirdi. Hele ki konusu beyazperdeye taşınmaya değer bulunmuş bir roman olması da cezbetmedi değil entrikasının yanında.

Saf, temiz, adeta İngiliz kanının temizliğini ve asilliğini temsil eden beyazlığıyla Mary Boleyn ve Mary'nin esmer, Fransız hayranı kötü karakterli Anne Boleyn'in sarı kızımız tarafından anlatılan "8. Henry" maceralarının romanı "The Other Boleyn Girl". Krala erkek evlat veremeyen kraliçenin sessizliğinden (asilliğinden) faydalanan Boleyn ve Howard ailesi, Henry'nin ilk dikkatini çeken Boleyn kızını, Mary'i, ona metres olarak sunar. Mary tüm anaçlığıyla Henry'yi çocuğu gibi sever, dertlerini dinler, ve ona biri erkek olmak üzere iki çocuk verir. Dedik ya, anaçlığıyla önplanda olan Mary, çocukları doğduktan sonra kralın bencil isteklerinden uzaklaşır, böylece saha boynundan incilere asılmış Boleyn'lerin "B"sini temsil eden kolye hiç eksik olmayan Anne'e kalır. Anne, kız kardeşi Mary gibi sıfatını "metres" olarak bırakmamaya kararlıdır. Onun gözü kraliçenin koltuğundadır ve adım adım da ulaşır.

Kitabı çoğumuz okumuşuzdur, okumadıysak da filmini seyretmişizdir. Bu nedenle konuyla fazla haşır neşir olmadan kendi çapımda gözlemlediğim konulara değineceğim.

"B" incili Anne Boleyn
İlk olarak, Mary'nin ağzından anlatılan hikayede Kraliçe'nin sessizliğine, göz yumuşlarına ve bunlara rağmen içten içe eridiğine çokça dokunulmuş. Klasik kadın davranışları. En azından bizim toplum için. "Erkeğin elinin kiridir annem, sende de suç var, öyle çocuklarınla ilgilenip erkek evlat vermezsen olacak olan budur." mantığını yıkmaya çalışsalar da başarılı olamamışlar. Kralın, bir erkeğin, uçkurunun peşinden sürüklenişi midemi bulandırdıkça bulandırdı. Öte yandan Mary'nin ve Kraliçe'nin her şeye "tamam, nerelisin kocam köylü" tavırları da sinirimi bozdukça bozdu. Bu noktada bahsetmek istediğim ikinci noktaya geçiyorum:

Saf Mary Boleyn
Othello'dan baya etkilendiğim bir konu olacak bu. Shakespeare'in itinayla işlediğimiz oyununda Iago, Othello'nun ayağını kaydırmakta bu nedenle "kötü adam" karakterine bürünmektedir. Lakin Iago'yu bütün bunları yapmaya iten hırsı ve mevkii isteğidir; günümüzde çoğumuzun istediği şey. Bunun Anne Boleyn'le olan alakası ise çok bariz. Anne de hepimizin istediği şeye ulaşmak istiyor; mevki ve söz sahibi bir kadın olmak. Hele ki o dönem için ne kadar önemli bir nokta bu! Ayrıca Anne'i benim gözümde bir kat daha iyi yapan nokta sadece bu değil. Krala siyasi meselelerde yardımcı olan, aile büyüklerine akıllar veren, okuyan, kültürlü, işini bilen, sorgulayan bir kadın Anne Boleyn. Yani olması gereken gibi bir insan. Anne'in aksine ise Mary sadık, sorgulamayan, okumayan, akıl yürütemeyip duygularına teslim olan bir kadın. Bu noktadan sonra size kalıyor karar vermek.

Çevirisini pek beğenmediğim Boleyn Kızı'nın yıldızına gelince;






Not: Filmde bu kadar güzeller ama gerçek suratlarını gördünüz. Anlamıyorum bu kralları.

Na bir içim su